11 Ekim 2008 Cumartesi

'Hikaye Netleştirme Dümbülü'nün icadı


Drazdiş Nadislaz, 1902 doğumlu Doğu Avrupalı bir kelebek kolleksiyoneridir. Dağda-kırda-bayırda kelebek peşinde koşarken tepeleme çakıldığı alçak bir uçurumun dibinde, hayatını değiştirecek yepyeni bir hikaye keşfeder. Hikaye, tepesine kelebeklerin konduğu boz bulanık bir çiçektir ve anlaşılabilmesi için netleştirilmesi gerekmektedir.

Drazdiş, henüz çocuk denecek yaşlarda gezindiğinden acele etmez. İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasını bekler ve savaşta ailesiyle bir sığınağa sığınıp çeşitli merceklerle uzun bir netleştirme çalışmasına girişir. Boş zamanlarında çocukluk edip oyun da oynar, kitap da okur. Arada dışarı çıkıp kurşun yağmuru altında romantik gezintiler yaptığı ve kelebekli gençlik günlerini yadettiği de olur.

Nihayet savaş sona erip yağmur dinince -her nedense- ailesiyle Almanya'nın Rus işgal bölgesindeki Dresden'e taşınan genç adam, orada ilk 'hikaye netleştirme dümbülü'nü imal eder. Elindeki tek örneği, yolun başındaki Bilim Enstitüsü'ne götürüp bilim adamlarından kurulu bir kurula gösterir. Bir tür hayatı okuma gözlüğü sayılan bu optik gereç, ortalıkta gezinen görünmez hikayeleri ortaya çıkarmaya ve anlamaya yarayan sofistike bir alet olduğundan, yerel Komünist Parti fonksiyonerlerinin hemen dikkatini çeker. Onlar ve gizli servis elemanları, bilim adamlarını kenara iterek Drasdiş Nadislaz'ın yanına otururlar ve söz verdikleri üzere onun hayatını değiştirirler. Drazdiş'e bir ev bir otomobil ve akademide bir iş verirler. Yaptığı alet hakkında tüm bildiklerini ve teknik sırlarını öğrendikten sonra da kafasına dokuz milimetrelik cilalı bir kurşun sıkarlar. Kurşun orada ilelebet kalır, ama dümbül işi orada kalmaz.

Bilim adamları Aleti, geçmiş Varşova Paktına mensup KGBeCe ve DeE gizli servislerinde kullanmak üzere imal etmek istemektedirler. Harıl harıl çalışan diyalektik materyemez bilim adamlarının tüm çabaları boşa gider. Dümbül işlemez. Bu arada Drasdiş'in kelebekleri canlanır, bulduğu hikayeler uçar, hatta cesdinden dişleri çıkarılıp alette onun DNA'ları bile takılır ama I-ıh... Ve nihayet bir mucize olup komünizm bile çöker ama bilim adamlarının aleti bir türlü işlemez. Ülkenin çöktüğü gün, araştırma programı da aynen iptal edilir.

Dresden Bilim Enstitüsü başkanı Ottfried Dandikowski, Doğu Almanya'nın ortadan kalktığı gün, akademiyi terkeden son kişi olarak ışıkları söndürür, kapıyı kapatır, Batı Almanya'ya gitmek üzere gaz tenekesinden yapılma Trabant marka otomobiline biner. Daha bir iki adım gitmiştir ki, direksiyonuna bir kelebek konar. Kelebek o kadar güzel o kadar güzeldir ki, onu ürkütmemek için direksiyonu milim kımıldatmaz. Kullandığı gaztenekesini, son süratle (saatte 80 km), koca bir KolaRuska ağacına sürer. Kırk küsür yıllık köhne gazoz ağacı çetin materceviz çıkar ve sosyalist bilime geçit vermez. İşte şişelerin kırıldığı o an, dümbülün püf noktasını da anlar Dandikowski: Kelebekler!.. Yaa evet, kelebekler! "Kelebeklerle ilgili sorun çözülürse alet işler ve Batı Almanya'da küçük bir firma kurulur hem belki zengin bilem olunur" diye düşünür Dandikowski. Ve hemen arabadan iner, sır dolu dosyaları almak için sevinçten uça uça akademiye döner, adeta duvarlardan geçerek odasına girer, masasına oturur ve önemli bir işe başlamadan önce âdet edindiği üzere Çek malı kara kurşun kalemini eline alır... Yok alamaz!.. Kalemi bir türlü alamaz... Tutamaz. Uğraşır, didinir, yırtınır, ama ı-ıh! Sanki kalemin atomlarının boşlukları maddeyle dolmuştur da ağırlaşıp masayla bütünleşmiştir, masa da yerle bütünleştiğinden Alp dağları gibi ağırdır, yerinden kımıldamamaktadır felan. Dandikowski, işte böyle, bildiği tüm bilim ve de ilim formüllerini teorilerini, onların reel ve sürreel pratiklerini geçirir aklından, çıldıracaktır! Yok bir izahat bulamaz bu olaya.

Ve sabah olur. Fikirsel yorgunluktan uyuyakalan Bilim Enstitüsü başkanı, yaşadıklarının bir kâbus olduğu umuduyla koltuğunda uyanır, kalkar, gerinir ve açık pencereden dışarıyı seyretmeye başlar. Hava harikadan da ötedir. Bakar ve bir şeye çok şaşırır... Tanıdığından daha genç, ilkgenç bir adam -Evet o!.. Nadislaz!- bahçede kelebek peşinde koşmaktadır. O kadar mutludur ki, elindeki kocaman kelebek filesini estetik hareketlerle savurarak adeta dans etmektedir. Alim Prof. Dr. Ottfried Dandikowski, allak bullak, heyecanı şeyine karışmış, ağzı açık vaziyetlerde, Nadislaz'ı seyreder uzun süre. Çocuk veya genç, yani Drazdiş Nadislaz, kelebeği bir türlü yakalayamamaktadır.. Yok!.. Yakalamamaktadır. Sadece yakalamak ister gibi yapmaktadır.

Nadislaz'ın oynayıp kovalayıp dans ettiği beyaz kelebek, havada neşeli kavisler çizer, orijinal bir bebek melodisi eşliğinde uça uça gelir ve nihayet pencereden girer, akademi başkanının içinden geçerek masanın üzerindeki kalemine konar. Hikaye, işte o zaman netleşir, dümbüle-mümbüle gerek kalmaz. Büyük âlim Prof. Dr. Ottfried Dandikowski'nin yüzüne mutlu bir gülücük yayılıp yerleşir ve orada ilelebet kalır.

"Kısa tutmak, yeteneğin kardeşidir" Anton Çehov