21 Ekim 2008 Salı

Firavunun mezar soyguncuları



Firavunun yüzü hiddetten kararmıştı. On adım ötesinde, yüksek tahtının ayak ucunda secde eden üç adam da yaprak gibi titremekteydiler. Firavun, babasının piramidine girerek onun mezarını talan etmeye cürret eden hırsızlara, böcekleri incelermiş gibi merakla ve iğrenerek bakıyordu. Adamlar ahşap boyunduruklarla birbirlerine bağlanmışlardı ve arkalarında, tırpan kılıçlı, kısa mızraklı izbandut gibi iki muhafız durmaktaydı.

Halktan ölümlülerin bir firavuna bu kadar yaklaşması görülmüş şey değildi. Paçavralar içindeki üç adam, işaret üzerine başlarını kaldırdılar. Firavuna bakmaları yasak olduğundan, gözlerini indirip dizleri üzerine oturdular.
Firavun, yüksek altın tahtının yanında duran hizmetkarını bir işaretle yanına çağırdı ve kulağına, kimsenin duyamayacağı bir sesle birşeyler söyledi. Hizmetkar, yüksek merdivenlerden indi ve diz çöken adamlardan ortadakini dürterek, hırsızlığı nasıl yaptıklarını anlatmasını istedi.

Hırsız, kesinlikle öleceğine inandığından, hiç olmazsa ölüm biçimini hafifletmek amacıyla, umursamaz sakin bir ses tonuyla anlattı. Onlardan daha yüksek bir yerde bağdaş kurmuş oturan yazıcı, kucağındaki tablet üzerinde duran papi
rüse not almaya hazırlandı.

"Alışık olduğumuz gibi gece yola çıktık. Elimizdeki plana göre piramide nereden gireceğimizi biliyorduk. Önce meşaleleri yakıp yeraltı odasına indik. Odanın girişindeki duvarı kırdık. Kutsal efendi firavun ve hanımının tabutlarını bulduk. Mezar odasındaki eşyalardan sadece altın olan ibrik ve kapları aldık, tabutları açtık. Firavunun mumyalanmış kutsal bedenini gördük. Ağır tabutun içi tamamen altınla kaplanmıştı. Hanımının tabutunun içi de altınla kaplanmıştı. Tabutların üzerleri değerli taşlarla süslenmişti. Mumyaları tabutlarından çıkardık, tabutların içindeki değerli kolyeleri, gerdanlıkları, diğer takı ve mücevherleri aldık. Sonra..." Adam yutkundu ve devam etti.
"Sonra tabutları yaktık."

Firavunun hizmetkarı, elindeki kısa asayla dürterek susturdu adamı. Öfkesine güçlükle hakim oluyordu. Ne de olsa, Firavunun babasına da hizmet etmiş, ona her zaman sadık kalmış, onu bir baba gibi sevmişti. Sesi titreyerek sordu.


"Neden yaktınız? Aldıklarınız yetmedi mi?"


Adam, sakinliğini yitrmeden sözlerine devam etti.


"Tabutlardaki kıymetli taşları ve altını, gümüşü çıkarmak için yaktık."

"Aldıklarınızı ne yaptınız?"


"Aramızda paylaştık. Her birimize elli deben altın düştü. Sadece firavunun hükümdarlık yüzüğünü
bize planı getiren kişiye verdik. Yüzükten başka birşey istemedi."

Firavun asasıyla işaret edince, hizmetkar yerlere kadar eğildi ve merdivenleri çıkarak firavunun yanına geldi. Bu arada muhafızlar hırsızları kaba hareketlerle secde etmeye zorladılar.
Hizmetkar yeniden hırsızların yanına indi ve iğrenerek sordu.

"Haritayı getiren kişi nasıl biriydi?"

"Kendisini sadece iki kez gece vakti gördük, ikisinde de pelerinliydi ve yüzünde altın bir maske, belinde keskin bir kılıç vardı. Genç biriydi. Hep yalnız geldi. Saçları zeytinyağıyla, bedeni çiçek esasıyla ovulmuş olmalı. Saraya mal getirip götüren Hititli tüccarlar gibi kokuyordu."

"Kimin nasıl koktuğunu nereden biliyorsun sefil?"
Hizmetkar hırsıza vurmamak için kendini zor tuttu.

"Babam Hititli bir tüccarın hizmetkarıydı. O tüccar da öyle kokardı. Çocukluğumdan hatırlıyorum."


"O adamı sizlerden başka gören oldu mu?"

"Hayır."

Firavunun hizmetkarı, piramidin haritasını getiren adam hakkında sorular sormaya devam etti. Adam koku, kılıç ve altın maske dışında önemli bir ayrıntı hatırlamıyordu, aynı şeyleri tekrarlayıp duruyordu. Hizmetkar son sorusunu da çeşitli biçimlerde tekrarladı. Sordukça heyecanı artıyordu. Yaşlı hizmetkar, sorguya saatlerce devam etti.

Sonra firavun ayağa kalktı. Herkes eğildi. Hırsızların yüzleri yerlere bastırılıp öyle tutuldu.

Duvarları renkli fresklerle, yazılarla ve resimlerle kaplı büyük salonun kapıya yakın en alçak kısmında duran hırsızlar, muhafızlar tarafından itilip çekilerek dışarı çıkarılırken, firavunun hizmetkarı, kocaman gözlerle firavuna baktı.

Firavun muhafızlarına hizmetkarını gösterdi. Odanın giriş kapısının iki yanında sıralanmış hareketsiz duran muhafızlardan dördü hareketlendi ve yaprak gibi titremekte olan hizmetkarın iki koluna girdiler. Diğer ikisi arkada, uygun adım salonu terk ettiler. Hizmetkar dışarıya çıkarılırken sendeledi. Muhafızlar öyle sıkı tutuyorlardı ki, düşmesi mümkün değildi. Başını eğdi. Kaderine razı olmuş görünüyordu.
Salondan çıkarılırken, sadece kendi duyabileceği bir sesle kendikendine sorup duruyordu.

"O adamı sizlerden başka gören oldu mu?.. O kokuyu sizden başka duyan oldu mu?.. Oldu mu?"


Firavunun muhafızları, hizmetkarın başına, konuşmasını engelleyen, ama gözlerini açıkta bırakan demir bir maske takıp, hiç çıkarılmamak üzere perçinlediler ve hırsızlarla birlikte diri diri yakılıncaya kadar hiç kimsenin ona yaklaşmasına izin vermediler.

"Kısa tutmak, yeteneğin kardeşidir" Anton Çehov