15 Ocak 2009 Perşembe

Üç ölü dil


Oda soğuk ve nemliydi. GPU subayı Markow, askerlerin yeni yaktığı odun sobasının ön penceresinden görünen alevleri seyrediyordu. Kızıl Ordu'nun Moskova savunması kahramanlarından biriydi. Sovyet Gizli Servisi'nin ileri hatlarda bilgi toplamakla görevlendirdiği en yetenekli subaylardandı. Yanında patlayan o bomba, bir gözünü, sol elini ve kendine güvenini alıp götürmüştü. Yalnız bununla kalmayıp, onu zalim biri de yapmıştı. Bir süreliğine servisin geri hizmetlerine alınması bu nedenleydi. İki esiri korkunç bir şekilde öldürmüştü. Herşeye rağmen, Batıya doğru ilerlemeye hazırlanan General Şukov onu yeniden cepheye sürmüştü, ama 'kendisine çeki düzen vermesi' şartıyla. Yani zalimlik yapmak yoktu. Etrafına yaydığı korku sürüyordu. Resmen onun odası, bürosu sayılan bu barakaya girmek, emir subayının bile çekindiği bir işti. Adı telaffuz edildi mi herkesin irkildiği gizli servisten, GPU'dan olduğu zaten sır değildi. GPU, yani 'Glawnoye Politiçeskoye Uprawleniye', savaşın en ürkütücü isimlerinden biriydi.

Markow, gaz lambasının fitilini büyüttü. Oda aydınlanınca, ne kadar boş olduğu yeniden dikkatini çekti. Bir masa, bir sandalye, harıl harıl yanan soba ve yorulunca uzanabileceği bir kanepe. Hepsi bu kadardı işte. Tam arkasında asılı siyah-beyaz bir Stalin resmi de olmasa duvarlar tamamen boştu.

Kapı büyük bir dikkatle, çekingen bir el tarafından üç kez tıklatıldı.

"Gir" diye gürledi Markow.

Gelen yüzbaşı sağlam bir selam çaktıktan sonra, esirler arasından bir Romen'in çok sayıda dil bildiğini, çok uyumlu biri olduğunu ve belki askeri bürolardan birinde veya GPU'da kullanılabileceği ihtimaliyle alaydan gönderildiğini bildirdi. Markow, siyah bir çapraz bandla kapattığı kör gözünün ardında derin bir sızı hissetti. Geriye doğru özenle taradığı siyah saçları, bir kurdu andıran keskin yüz hakları ve delici bakışıyla kuşkusuz etkileyici biriydi.

"Getir" dedi.

Yüzbaşı dışarı çıktı ve birazdan iki asker eşliğinde geri geldi. Önünde elleri kelepçeli sarışın bir adam vardı. Adam, bir sinema artisti olabilecek kadar yakışıklıydı. Orta boyludu. Saçları özenle traş edilmişti. Almanlarla birlikte savaşan Romen ordusunun yüzbaşı üniformasını taşıyordu. Hiçbir korku belirtisi göstermiyordu, kendinden emindi. Kızıl Ordu saflarında, hatta belki GPU için çalışmaya hazır olduğu anlaşılıyordu. Solcuydu. Onu kendinden emin yapan biraz da bu olmalıydı. Ama gizli servislerin birinci ilkesinin 'kimseye güvenmemek' olduğunu bilmez görünüyordu.

Sorgunun başından itibaren kendinden emin bir tutum sergileyen Romen, berrak sesiyle anlatıyor, her soruyu düşünmeden hemen yanıtlıyordu. Markow, Kızıl Ordu yüzbaşısı ve askerlere dışarı çıkmalarını emretti. bunu garipsemiş olsalar da dışarı çıktılar. Şimdi odada sadece Markow ve onun tam karşısında, alçak bir sandalyede oturan Romen vardı. Markow masasının üzerindeki kağıtları karıştırdı, birşey arıyor gibiydi. Eli olmayan sol kolunu, her zaman olduğu gibi masanın ardına gizlemişti göstermiyordu.

"Fransızcanız fena değil" dedi. "İtalyanca'nızın derecesini ölçecek kadar İtalyanca bilmediğimi itiraf etmeliyim."

Soylu bir aileden gelen Romen, bütün içtenliğiyle gülümsedi. Gaz lambasının titrek ışığına rağmen, Kırklı yaşların ortasındaki Markow'un karşısında oturan bu sağlam erkek modeli, onun yitirdiği her şeye sahipti. İyimser, gülümseyen güzel bir yüz, kusursuz bir erkek güzelliği, dürüstlük, temiz bir geçmiş, asil bir aile ve daha fazlası.

Markow, önündeki İngilizce kitabı gelişigüzel açtı ve ingilizce kısa bir paragraf okudu. Romen, Markow'un okuduğu cümleyi derhal Rusçaya, ardından Almancaya çevirdi.

Markow, önündeki forma bakarak, "En iyi bildiğiniz diller adı altında üç dil yazmışsınız buraya: Latince, Eski Yunanca ve Mısır Hiyeroglif dili."

Romen, "Arkeoloji eğitimi aldım efendim" dedi, "ölü dillere ilgim vardır. Onları atlamak istemedim."

Markow, ona özgü o irkiltici kahkahasını attı. Vahşi, hayvani bir tona sahip bu kahkaha, Romen'in kanını dondurdu. Oturduğu yerde toparlandı, gülen yüzü ciddileşti.

Markow gene kağıtları karıştırdı, birşeyler arıyordu. Sonra aradığını buldu. Elini kaldırdığında, soğuk siyah bir tabanca göründü elinde. "O dilleri ölülerle konuşursunuz artık" deyip sırıttı. Moskova savunmasında gösterdiği üstün başarıdan dolayı kendine hediye edilen 7.62'lik Tokarew TT-33'ü ardarda üç kez ateşledi. Kurşunlardan biri Romen'in gözüne, diğeri eline, sonuncusu da tam kalbine isabet etti. Romen'in güzel yüzündeki ifade donup kaldı. Heryer kan içinde kaldı. Hızla içeri giren askerler, yüzü ve göğsü kandan kızıla kesmiş Romen'in son nefesini vermesine şahit oldular. Yakışıklı subayın elini delip geçen kurşun, ahşap duvarda küçük bir delik açmıştı. Deliği kimse görmedi.

Markow'un silahından çıkan kurşunun açtığı delikten günün ilk ışıkları odaya dimdik girip yeri aydınlattığında, Markow raporunu yazmaktaydı.

"Romen ordusunun piyade yüzbaşı rütbesini taşıyan tercüman Tudor Usarescu'nun, GPU'ya sızmak çin görevlendirilmiş bir 'Gestapo' ajanı olduğu anlaşılmıştır. Sadece ölü dilleri çok iyi konuştuğu ve gizliliğe zarar verebileceği için bir esir olarak da olsa hiçbir Kızıl Ordu bürosunda çalıştırılamayacağına karar verilmiştir. Maskesinin düştüğünü anlayan ajan, son bir hainlik gösterisi yapmak istamiş, yoldaş Stalin'e, SBKP'ye, sevgili vatanımız Sovyetler Birliğine, işçi sınıfının şanlı mücadelesine hakaret etmiştir ve bunun üzerine her hain gibi vurularak öldürülmüştür. Saygılarımla arz ederim. Kalinin 4'üncü Ordusu 21'inci piyade tugayı GPU sekreteri binbaşı Georgi Ivanoviç Markow."

Markow, kurşun deliğinden yatay bir açıyla yere inen günışığı huzmesinin aydınlattığı parlak kırmızı bir leke gördü. Küçük bir kan lekesi. Yerleri temizleyen askerlerin gözünden kaçmış olmalıydı. Kör gözünün ardında, derinlerde, gene o tanıdık sızıyı hisseti. O kırmızı lekeyi ömrü boyunca taşıdı.

"Kısa tutmak, yeteneğin kardeşidir" Anton Çehov