30 Ağustos 2008 Cumartesi

Alfred Polgar / Sosyal Düzensizlik


Sabaha asılacak olan zavallı günahkara, "Akşam yemeği olarak ne alırdınız" diye sordu hapishane müdürü. "İstediğinizi yiyip içebilirsiniz."

"Çok yazık" dedi mahkum. "Çok yazık! Bunu üç ay önce sormuş olsaydınız, o gasp ve cinayet hiç vuku bulmazdı."

Billy Wilder / Ghostwriting

"Its called ghostwriting. It's very profitable profession."

"For the ghost?"

"For the writer."



Billy Wilder'ın 'Rhythm On The River' (1940) filminde oynayan Bing Crosby ve Mary Martin için yazdığı diyalog.

29 Ağustos 2008 Cuma

Sahte

Adam, müzeler için eski tabloların kopyalarını, eşsiz tabloların müzelerde sergilenen sahtelerini üretiyordu. İşleri ters gitti, borca battı. Müzeler tablolarını bilgisayarlara yaptırmaya başladılar. Adam renkli ve lüks hayatına çok alışmıştı. Para gerekliydi, çok para. Bu kez, işsiz kalmış eski mafya üyeleriyle birlikte sahte Dolar üretip Rus ve Arnavut mafyalarına sattı.

Sahte Dolarları aklamak üzere satın almaya gelen mafya elemanları sahte çıktı.


Hans-Jürgen Kuhl'un hikayesi...
Andy Warhol'un yakın arkadaşı ünlü sanatçı, para sıkıntısı nedeniyle, en mükemmel sahte Dolar'ları tasarlayıp üretti.
Kuhl, 2008 Ağustos ayı ortasında tutuklandı.

27 Ağustos 2008 Çarşamba

Karl Valentin / İstasyon uzak mı?


Münih'te şehre yabancı biri, "buradan istasyon uzak mı" diye sormuş. Karl Valentin; "Bu istikamette devam ederseniz 40.000 kilometre" demiş. "Ama dönüp ters istikamette devam ederseniz beş dakikalık mesafede."

25 Ağustos 2008 Pazartesi

Wolfgang Borchert / Bir okuma kitabı hikayesi



Savaş bitince asker eve döndü. Ama ekmeği yoktu: Ekmeği olan birini gördü: onu öldürdü:
'Kimseyi öldürmemelisin' dedi hakim: 'Neden öldürmeyeyim?' diye sordu asker.

23 Ağustos 2008 Cumartesi

Arthur Schopenhauer / Oklu Kirpiler



Kış soğuğu, oklu kirpi topluluğunu, donmaktan korunmak için iyice birbirine yanaşmaya zorladı. Fakat hemen, onları birbirlerinden uzaklaştıran, birbirine batan oklarının farkına vardılar. Ne zaman ısınma ihtiyacı onları birbirine yaklaştırsa hep bu ikici sıkıntı tekrarlandı; bu iki dert arasında gidip geldiler, ta ki birbirlerine uygun, birbirlerine dayanabildikleri bir mesafe buluncaya kadar.


O mesafeye 'Nezaket ve güzel ahlak' dediler.

22 Ağustos 2008 Cuma

Oyuncak ayı


Deprem fena vurmuştu. Çocuk odasının bir duvarı tamamen çökmüştü. Ağlayan küçük kızını elinden çekiştirip duran annesi, onu evi derhal terketmeye ikna etmeye çalışıyordu. Küçük kız, kendinden iki misli büyük pofuduk ayısını almadan binadan çıkmak istemiyordu. Koca oyuncak ayıyı dört kat aşağıya taşımaya hiç niyetli görünmeyen annesi, onca dil döküp susturamadığı kızına karşı son kozunu da kullandı: "Ya ben ya o" dedi. Küçük kız ayısını seçti ve hayatının ilk dayağını yedi.

Yeniköy - İstanbul

21 Ağustos 2008 Perşembe

ikizler


Varlıklı bir tüccarın beş yaşındaki ikiz oğulları, evde buldukları boş şişeleri satarak harçlıklarını çıkarıyorlardı. Daha küçükten girişimci olmayı öğrenmeliydiler. Dondurmacıyla, babalarından öğrendikleri gibi pazarlık yapıp anlaşmışlardı: Üç şişeye bir dondurma.

Yeterli sayıda boş şişe bulamadıkları bir gün, bodrumda unutulmuş eski tozlu şişeleri değerlendirmeyi düşündüler. İçlerini bahçeye boşaltıp, karşılığında bu kez iki 'kaymaklı' dondurma aldılar.

Dondurmacı o gün ikinci bir anlaşma önerdi: Şişeler dolu olmak koşuluyla, her eski şişeye bir dondurma, üzerinde Petrus yazan dolu şişelerin her birine iki 'kaymaklı' dondurma, iki de Cola.

İkizler anlaşmayı, kısa bir pazarlıktan sonra kabul ettiler.

20.8.08, Yeniköy - Istanbul

20 Ağustos 2008 Çarşamba

Anton Çehov / Sevgili



N., karısının onu aldattığını anlar. Kızar, bozulur, ama tereddüt içindedir, susar. Susar ve kadının sevgilisinden borç alır ve kendini şerefli biri saymaya devam eder.

Billy Wilder / My English




My English (accent) is a mixture between Arnold Schwarzeneger and Archbishop Tutu.

19 Ağustos 2008 Salı

Tomi Ungerer / Bay Knolle Spross


Bay Knolle Spross her sabah tren garına gider ve her sabah treni kaçırır.

Yedi yıl boyunca bir kerecik olsun treni yakalayamamıştır.


"Gar saati her zaman benim saatimden beş dakika ileri diye" hayıflanır. "Ama hiç olmazsa çalışmak zorunda kalmıyorum."

14 Ağustos 2008 Perşembe

Ennio Flaiano / Aşk mektubu



Adam, bir edebiyat dergisinde çalışmakta, gelen yazı ve hikayeleri okumaktaydı. Günün birinde bir aşk mektubu aldı: Mektup hoşuna gitmedi; ama birkaç satırı çizilir ve sonu yeniden yazılırsa, uygun olabilirdi.


F. Scott Fitzgerald / Cinayet


Bir sivrisineği kâğıdın üzerinde halletti
ve cesedini silgiyle ortadan kaldırdı.


12 Ağustos 2008 Salı

En uzun bacaklar


Boy 1.98. Kilo 85. Ayakkabı numarası 45. Bir numara daha büyük olsa, denizde yüzerken palet niyetine de kullanılabilir. Ama durun bir dakika... Böyle konuşabilmek için, sözü erilen kişinin bir erkek olması gerekir. Hayır. O bir kadın hem de tüm kıvrımlarına kadar (sapına kadar değil)... E bir kadın söz konusu olunca, iş değişiyor tabii.

Nora, grafikerlik ve fotorafçılık yapıyor. Güzel bir kadın olduğundan resmi, çalıştığı ajansın ve başka ajansların fotomodel kataloğunda da yer alıyor. Görünümüyle hiç çelişmeyen kuğu gibi uzun bir boynu var (erkek olsa 'zürafa gibi' diyebilirdik). Kömür karası sipil sipil saçları, boynunu örtmeyecek uzunlukta düz kesilmiş, önleri uzun ve yüzünün bir kısmını örterek ona gizemli bir hava veriyorlar. Pırıl pırıl ışıklı kara gözlerini birine dikti mi, karşısındaki mutlaka bocalıyor, gözlerini indiriyor. O gözlerde hem güç, hem küçümseme, hem tehdit, hem de yüksek özgüven var -sevgi pek görünmüyor. Ve Nora'nın özgüveni uzun boyundan da yüksek.


Nora, tek tabanca, yalnız gezen, erişilmez güzellikte. Maçolar için gerçek bir tehdit. Bazen bir erkek avcısına dönüşüyor. Kendini beğenmiş maço tiplerin, gecelik kadın tavlamaya kalkan bar dingillerinin ve parasına çok güvenen şehirli yumuşakçaların amansız düşmanı. Nora, göğe doğru uzanan muhteşem bacaklarıyla dolaşırken, her nerede olursa olsun, her nereye hangi kapıdan girerse girsin (bazen arka kapıdan -hatta bacadan girdiği de olur), mutlaka dikkat çeken biri.

Uzun objektifli fotoraf makinesini pek yanına almaz. Ama aldığında mutlaka mini giyer ve onu tanıyanlar, o gece bir erkeği dağıtacağını bilirlar. Façasını bozmaya karar verdiği kişinin kimliğini anlamak için Nora'nın objektifinin gösterdiği kişiye bakmak yeterlidir. Bu konuda, avladığı geyiklerin boynuzlarıyla duvarlarını süsleyen avcılardan farkı yoktur Nora'nın. Gülücükleriyle ve dişi hareketleriyle yumuşattığı adamı fotoraflarını çekmaye ikna eder (yoksa o sinyal vermeden kimse ona yaklaşamaz, onunla laubali olamaz).


Fotoraf çekimlerinin en can alıcı noktası, Nora'nın çömelerek kurbanının son bir fotorafını çekmesidir. Poz veren kişiye ilk sağlam darbeyi orada indirir, zira iç çamaşırı giymez. Böyle bir "olaya" verilen erkek tepkilerinin tamamına yakını "Wow, aaa" gibi ünlemlerle başladığından, Nora'nın "Ne var, ne olmuş?"unun ardından sıkı bir çene yarışı, çene savaşı gelir ve Nora yarışı da savaşı da her zaman kazanır. Mesela, "Hadi lan cüce" gibi bir lafı vardır. Ona "yok deve" vaya "zürafa" cevabını vermeye cürret edenler de, "o boyunla beni becerebilecek misin lan ufak deve" ve türevi laflarının altında kalırlar. Nora böylelelerini -eğer yakışıklı iseler- yatağa da atar. Zavallılar mutlaka pes edip meydanı terkederler. Bu arada işi tırmandırıp onu itip kakmaya kalkanların bir temiz sopa yedikleri, kesinlikle bir şehir efsanesi değildir.

Nora kara kuşak sahibi bir karate ustasıdır ve ustalığını, Seyshell adalarına altı ay önce yaptığı seyahatinde kanıtlamıştır. Adaların ünlü kumarhanelerinden birinde, sinirine dokunan altın Rolex'li bir maçoyu, adam laf dalaşıyla yetinmeyince, bir iki karate numarasıyla yere sermiştir. Sonra da kumarhanenin olaya müdahale etmeye kalkan onbeş korumasını evire çevire dövmüştür.
Erkeklerle, bir 'kullan ve çöpe at' ilişkisi kurduğundan, böyle durumlarda acıması yoktur.

Nora'nın kalıcı-daimi sevgilisi, eski kocası veya işte o meyanda bir seveni, sevileni bulunmamaktadır, ya da bulunmadığı sanılmaktadır. Ama onu tanıyanların bu ön yargısı, Nora Seyshellere ikinci kez uçtup döndükten sonra değişmiştir.

Rivayete göre, ortada profesyonel maço niyetine dolaşan korumaları patakladıktan sonra, kumarhanenin sahibi, Nora'nın attığı dayağı, güvenlik kameralarının monitörlerinden defalarca izlemiştir ve açıkçası, bu temiz dayağa bayılmıştır. Anlatılanlara bakılacak olursa, Nora'yı kumarhanesine yeniden davet etmiştir. Nora'nın kumarhane sahibini -uzaktan da olsa- diliyle yere sermeden ve hiç itiraz etmeden bu daveti kabul etmesinin nedeni, adamın Nora'ya verdiği sözdür. En uzun bacaklı afete, kumarhanesinde sınırsız dayak atma özgürlüğü tanımaktadır ve adamları adına özür dilemektedir. Nitekim Nora'nın kumarhanedeki vukuuatını polise intikal ettirmeden tatlıya bağlamıştır. Dayak yiyen zengin kumarbazı ve kendi adamlarını susturabilmek için yüzbinlerce Dolar bayıldığı söylenmektedir adamın. Uzun bacaklı kız, işte bunun üzerine, uçağa atladığı gibi, Seyshellere yeniden gitmiştir.

Nora geri döndüğünde tamamen değişmiştir. Onun 'dalıp dalıp gitmeler'ine alışık olmayan dostları ve tanıdıkları, yüzündeki mutlu ifadeden Nora'nın aşık olduğunu düşünürler -tabii gene de "Nora'nın sağı solu belli olmaz" deyip dikkati elden bırakmazlar. Nora, her gördüğüne "Wow" falan demeyen, kimbilir belki onunla laf dalaşını da kazanmış olan ve Nora'dan dayak yemeyecek kadar güçlü birini, yani kendine uygun sevgiliyi -nihayet- bulmuş mudur? E öyle görünmektedir.

Nora'nın aşkı kesinleşince, herkes, kadife gibi yumuşayan Nora'nın güçlü sevgilisini beklemeye başlar.
Nora, dostlarına hayatının erkeğini tanıştırmak istediğini bildirir. Hatta bunun için hayatının ilk partisini de düzenler ve kimseye ters bir laf etmeden tanıdığı herkese telefon edip güzel sözler sarfetmeyi, sarfederken onları partisine davet etmeyi başarır. Herkes merakla Seyshellerden gelecek adamı merak etmektedir.

O akşam Nora, kendi partisine herkesten sonra gelir. Boyu Nora'nın omuzuna bile gelmeyen çelimsiz bir adamın elinden, küçük çocuğunu gezdiren müşvik bir anne gibi tutmuştur. Davetliler şaşkın şaşkın çifti seyrederken, adam, yan odada parti için önceden hazırlanıp özenle gözlerden gizlenmiş tamirci merdivenini hemen getirip, çıt çıkarmadan çifti seyreden şakın misafirlerin önünde açar, güle oynaya iki basamak çıkar ve Nora'nın dudak hizasında onu ateşli bir şekilde öper. Şokun etkisinden henüz kurtulamamış misafirler arasında bir dalgalanma olur. Herkes, çifti alkışlamakla alkışlamamak arasında gidip gelmektedir. O zaman Nora ve sevgilisi, bocalayan misafirlere gülmeye başlarlar. Kalabalıktan gönülsüz bir alkış yükselirken, Nora ve sevgilisi kahkahalarla güler, güler, güler...

9 Ağustos 2008 Cumartesi

Kurt Tucholsky / Pire


Departement du Gard'da - evet bildiniz, Nimes'in ve Pont du Gard'ın olduğu yerde: Güney Fransa'da - , orada, postanede yaşlı bekar bir kadın çalışıyordu. Kadının kötü bir alışkanlığı vardı: Azıcık mektupları açıp okurdu. Bütün dünyanın bildiği bir şeydi. Ama işte Fransa'da hep olageldiği üzere: Concierge, Telefon ve Postane, bunlar kutsal kurumlardır ve bunlar karıştırılabilir ama karıştırılmamalıdır ve sanki böyle birşey olmuyormuş gibi davranılır.

Yani bu hanım, mektupları okurdu ve hatta bazı kişilerin özel durumlarına, sırlarına üzüldüğü bile olurdu.

Departement'de güzel bir şatoda akıllı bir kont oturmaktaydı. Kontlar bazen akıllıdır Fransa'da. Ve bu kont günün birinde şöyle bir şey yaptı: Şatosuna bir noter çağırdı ve onun huzurunda bir arkadaşına şöyle bir mektup yazdı:

Sevgili Dostum,
Postanede çalışan Bayan Emilie Dupond'un, meraktan çatladığı için sürekli mektuplarımızı açıp okuduğunu bildiğimden ve onu bu iş üzerinde yakalamak istediğimden, sana ilişikte acilen canlı bir pire gönderiyorum.
Çok Selamlar.
Kont Koks

Ve bu mektubu noter huzurunda kapattı. Tabii, zarfın içine pire koymadı.

Ama mektup gönderildiği adrese vardığında içinde bir pire vardı.

8 Ağustos 2008 Cuma

Anonim / Bu ne biçim bir ülke!

Bu ne biçim bir ülkedir ki, daha sabahın yedisinde güneş doğar!

Geçmişin gelecekte kaybolup gittiği bir zaman diliminde yaşıyoruz.*

*1980'li yıllardan iki anonim duvar yazısı

6 Ağustos 2008 Çarşamba

Julio Cortazar / Aşk 77


Ve yaptıkları her neyse onu yaptıktan sonra kalktılar, yıkandılar, pudralandılar, parfümlendiler, saçlarını taradılar, giyindiler ve yavaş yavaş aslında olmadıkları kişilere dönüştüler.

Franz Kafka / Küçük Fabl


Fare "Ah, dünya hergün daha daralıyor" dedi. "Önce çok genişti, beni korkutuyordu, koşmaya devam ettim ve mutluydum, uzakta sağda ve solda duvarlar görmekten, ama bu duvarlar çok çabuk birbirine yaklaştı, işte son odaya geldim ve orada köşede, ona doğru koştuğum bir fare kapanı duruyor."

"Sadece koştuğun istkameti değiştirmelisin" dedi kedi ve fareyi yedi.

5 Ağustos 2008 Salı

Eugenio Montale / Cenaze levazımatçısı


Roma'daki bir cenaze levazımatçısının adı 'İstikbal' idi. Bir de kara mizahın Jean Paul ile, Jonathan Swift ile, Achille Campanie ile öldüğünü söylerler.*

*Nobel ödüllü İtalyan yazar Eugenio Montale, 1981'de 85 yaşında Milano'da hayata gözlerini yumdu.

4 Ağustos 2008 Pazartesi

John Huston / Neyi severim, neyi sevmem


Sevdiğim şeyler: Her şeyin bol baharatlısını -hem insanlarda hem yemeklerde. Her biri başlı başına sonsuzluk olan İrlanda'nın gün batımlarını. Bütün Bach-müziklerini. Birşeyleri kovalayan köpek sürüsünün havlama seslerini. Gaklayan kargaları. İlkel heykelleri. İyi vodkayı. Yaramaz çocukları ve akıllı-esprili insanları, çünkü ilginç fikirler için her zaman iyidirler.
Sevmediğim şeyler: Tavuketi. Ağlamaklı şarkılar. Çarpışan otomobil karoserilerinin çıkardığı ses. Sarhoş kadınlar. İnsanların davranış etiğine çok dikkat eden, yazarken başkalarının gözüne girmeye çalışan, tumturaklı ve kendini yücelten şeylerden başka iş çıkartamayan aşırı ahlakçı tipler.

*Rejisörün 1983'te sorulan bir soruya verdiği yanıtlar.

Billy Wilder / Neden biraz eğlenmiyoruz?

Düsseldorf'ta bir aile düşünün. Evin erkeğinin morali sıfır. Eve gelmiş ve posta kutusunda vergi dairesinden bir mektup bulmuş: Ya onbirbin Mark vergi ödenecek, ya da hapse girilecek. Karısı ona içini dökmüş: "Diş doktorumu seviyorum, seni terkediyorum." Oğlu teröristlik yaptığı iddiasıyla tutuklanmış, kızı hamile bırakılmış, üstelik bir de frengi kapmış. Ve bütün bunların üzerine biri ziyaretine geliyor ve diyor ki: "Biliyorum kötü bir gün geçirdin, ama neden biraz eğlenmiyoruz? Sinemaya gidelim ve Fassbinder'in 'Despair' filmini seyredelim."*

*Rainer Werner Fassbinder'in 1977'de çevirdiği filmin orijinal adı "Despair-Eine Reise ins Licht".
Marilyn Monroe, Jack Lemmon ve Tony Curtis'i "Some Like It Hot" (Bazıları sıcak sever) filminde buluşturan Avusturyalı/Amerikalı yönetmen Billy Wilder 2002'de hayata veda etti.

3 Ağustos 2008 Pazar

Augusto Monterroso / Dinazor



Uyandığında dinazor hâlâ yanındaydı.*




*Umberto Eco'ya göre dünyanın en kısa hikâyesi

1 Ağustos 2008 Cuma

Woody Allen / Hızlıokuma kursu


Ben bir 'hızlı okuma kursu'na katıldım ve ardından 'Savaş ve Barış'ı yirmi dakikada okudum... Konu Rusya'da geçiyor.

"Kısa tutmak, yeteneğin kardeşidir" Anton Çehov