28 Şubat 2009 Cumartesi

Sultan ile İmparator arasında



Yemek salonu, gözalıcı bir şekilde çiçeklerle süslenmişti. Yemek, Marş-ı Sultani ve Alman Marşı'nın çalınmasıyla başladı. Sofrada Sultan Reşad'ın sağına Alman İmparatoru II. Wilhelm oturmuş, karşılarında ise Veliaht Vahdettin yer almıştı. Ziyafete katılanlar arasında, şehzadelerden Abdülmecid, Ziyaeddin, Ömer Hilmi, Abdülhalim, Osman Fuad efendiler ve Sadrazam Talat Paşa, Herbiye Nazırı Enver Paşa, Ayan ve Mebusan reisleri, Şeyhülislam Musa Kazım dikkati çekiyorlardı.

Mönü zengindi. İmparator, soğuk levreği ve çiftlik pilavını özellikle beğenmişti. Şimdi tatlılarını yiyorlardı. İmparator ananaslı badem tatlısından bir kaşık aldı ve yanındaoturan Enver Paşa'ya dönerek, "İşte bu harika" dedi ve gülümsedi. 1917 yılının Ekim ayındaki bu ziyaretinin, giderek bir veda ziyaretine dönüşmeye başladığını biliyordu. Savaş iyi gitmiyordu ve bu artık gizlenemez bir şekilde belirginleşiyordu. Yorgun ve hasta Sultan V. Mehmet'te Sultan II. Abdülhamit'in karizmasından eser yoktu. Ateşli bir Türk milliyetçisi olan Enver'in ise, bir yenilgiyi hazmetmesi
hiç mümkün gibi görünmüyordu. Masadakiler İmparatora gülümsediler. Sohbet devam ediyordu.

İmparator'un, ziyaretinin ilk günü Şeyhülislam Musa Kazım Efendi'ye gösterdiği ilgisi azalmış görünüyordu. Şimdi yanında yeniden Enver Paşa vardı ve konu genellikle savaşın gidişi üzerinde odaklanıyordu.
Enver Paşa, o çocuksu gülümsemesiyle, "General Ludendorff'un Batı cephesinde İngilizlere karşı büyük bir darbe indirmesi an meselesi olmalı Ekselansları" dedi. İmparator gülümsedi. O gün güydiği Osmanlı Mareşali üniformasını henüz çıkartmamış gibi, bir Osmanlı subayı gibi Ortadoğu'daki Türk direnişini övdü ve başarının yakın olduğunu söyledi. Halbuki daha 5 Ekim günü, yolculuğa çıkmadan önceki son savaş raporunda, Batı cephesindeki İngiliz saldırısının kaygılandıracak durumda olduğunu okumuştu. İstanbul'a gelmesinin nedeni de bu değil miydi? Türklerin o etkileyici misafirperverliğini belki son bir defa daha yaşamak, savaş stresinden birkaç günlüğüne de olsa biraz uzak kalmak ona iyi gelecekti.

Mümkün olduğunca iyimser bir dille konuşuyordu.
Enver Paşa, gene o çocuksu gülümsemesini bozmadan, "Sözlerinize aynen kayılıyor, bir lam mim ve iki elif koyuyorum Ekselans" dedi.

İmparator irkildi. Bunu belli etmemeye ve Paşanın söylediğini anlamazdan gelerek, "Teş
ekkür ederim" demekle yetindi ve konuyu değiştirmek amacıyla, Veliaht Vahdettin'e dönerek, saraydaki hayat hakkında bir kaç soru sordu. Bu silik ve sessiz Veliahtın söylediklerini dinler göründü. O, Paşa'nın söylediklerini düşünüyordu. Bu harfler, Sultan Abdülhamit ile aralarında kararlaştırdıkları gizli şifrenin anahtarıydı. Bu şifreyi kullanarak Abdülhamit ile, tahttan indirilmesine kadar düzenli olarak doğrudan temas halinde olmuşlardı. Peki Abdülhamit ile irtibatını halen devam ettirdiğini biliyor olabilir miydi? Dostu Sultan Abdülhamit akıllı ve tecrübeli bir devlet adamıydı. Yeni İttihat Terakki Hükümeti'nin devrik Sultanı dünyadan izole edip onun tecrübesinden yararlanmaması, onun da bu akıllı adamdan tamamen kopmasını gerektirmezdi. Savaş kötü gidiyordu ve durumun bir şekilde değiştirilmesi, bunun için de her fikirden yararkanılması gerekiyordu.

Vahdettin sözlerini bitirdi. Bu sırada Talat Paşa, o nazik üslubuyla İmparatora birşeyler sordu. Enver Paşa, Talat Paşa'nın İmparator'a söylediklerini Almanca'ya tercüme etti. Soru gene Batı cephesiyle ilgiliydi. Buna da yanıt veren İmparator, espri yapmak ve biraz da merakını gidermek amacıyla, "işte nasıl denir, 'işin Elifi Lamı Mimi' gibi, savaşı kazanacağız" dedi. Enver Paşa'nın gözleri parladı. O sakin halini bozmadan gülümseyerek, "Aynı şekilde bundan sonra Elifli Mimli konuşarak daha yoğun bir teşrik-i mesaide bulunabiliriz Ekselansları" dedi. Bu, Enver'in, tıpkı Abdülhamit'le Wilhelm arasındaki gibi bir haberleşme arzusunun ifadesinden başka birşey değildi. Abdülhamit'le hali-hazırdaki ilişkisini bilmiyor olmalıydı.

İmparator Enver Paşa'yı anlamamazlıktan geldi. Böyle bir yakınlaşma imkansızdı. Enver Paşa'nın muadilleri onunla yeterince yakındı zaten. Enver dengi değildi, Sultan değildi.
II. Wilhelm, Sultan V. Mehmet Reşad'a baktı, "Zavallı adam" diye geçirdi içinden. Şimdi onun yerinde eski dostu Sultan Abdülhamit'in oturmasını ne kadar isterdi. Enver'in o koltuğu doldurması ne kadar zordu. Kadehini kaldırdı. "Türk-Alman dostluğuna!" dedi. Masadaki herkes kadehine uzandı. Kadehler kalktı. Yaşlı Sultan, elinde kadehi, yorgun gözleriyle gülümsedi.

Davetliler listesi hakkındaki bilgiler, Fatmagül Demirel'in 'Son Ziyaretler Son Ziyafetler' (İstanbul 2007) adlı kitabından alınmıştır.

"Kısa tutmak, yeteneğin kardeşidir" Anton Çehov